KÜÇÜK BALIKLARA DAİR 3: SUDA BOĞULAN BALIKLAR

Bu seri, 2008 yılında izlediğim bir belgeselin konusundan etkilenerek ‘şu anda farklı yerlerde, benimle aynı şeyi izleyenler neler yaşıyor ve düşünüyor acaba?’ sorusunun ilhamı ile ‘KÜÇÜK BALIKLARA DAİR’ başlığı altında kaleme aldığım: ‘SUDAN KAÇAN BALIKLAR’, ‘KARADA YÜRÜYEN BALIKLAR’ ve ‘SUDA BOĞULAN BALIKLAR’ adlarında 3 farklı öyküden oluşuyor. Bilgisayarda durmasın, sizlerle de paylaşayım istedim.

SUDA BOĞULAN BALIKLAR

Vildan Çetin 2008

“Semra yine aradı. Salih, ödesinler artık borçlarını. Kaç ay geçti. Vereceğiz diyorlar, ne gelen, ne giden var. Söyle hazır etsinler, uğrayıp alayım. Bize de lazım.” diyormuş. “Para içinde yüzüyoruz ama zevkten millete borç takıyoruz deseydin sende” dedi kocası öfkeyle. Sesi torna tezgahlarından gelen gürültülere karışıyordu. Dediklerizar zor seçiliyordu. “Bizi bu soysuzlara eyvallah ettirenler utansın” dedi adam telefonu kaparken. Kızkardeşinin kocası yetişmeseydi imdatlarına krizden sonra neredeyse batacaklardı. İyi ki üç kuruş borç vermişti. Dostlar, akrabalar bugünler için değilse ne zamanlar içindi? Biraz daha beklese ne olurdu sanki. Zengin adamdı. Göz olanın gözü çıksındı tabi de karı koca durmadan gezip tozuyorlardı. Nedense takmıştı kafayı. Ya kızkardeşine aratıyor ya da kendi arıyor, bin dereden su getirip borcunu istiyordu. 

Çalışkan adamdı eniştesi. Evine bağlı, akıllı, dürüst.Ha bir de eğlenceliydi. Birlikte geçirdikleri sonyılbaşında ne eğlenmişlerdi! Tuttuğunu koparır, kızkardeşinin bir dediğini iki etmezdi. Evlerinde yok yoktu kızkardeşinin. Yalan yok, güzel adamdı da. Kara kaşları, süzüm süzüm çekik gözleri, kapkara kaytan bıyıkları vardı. Bir içim su dediklerinden. Dünya ahiret ağabeyiydi. Öyle olması gerçekleri değiştirmiyordu. İşin aslı kocası da yakışıklı adamdı. Açık kumral hatta hemen hemen sarışın sayılırdı. Ela gözleriyle bir bakışı var ki benim diyen kadını baştan çıkarırdı. E tabi gençliğindeydi hepsi. Şu hayat gailesi dedikleri şey canına okumadan önce.

Nereden aklına geldiyse: Bir keresinde edepsiz edepsiz konuşurken -çok severdi öyle şeyler anlatılsın, dinlesin, konuşsun- “aaa esmer adam başka yapar kızım. Seninki hem parlak hem sarışın. Kız gibi yakışıklı. Sen esmerlerin tadını bir alsan çayır çayır yanarsın vallahi” demişti kızkardeşi. Onun gibi değildi, bu tip konularda konuşmayı pek sevmezdi. Eğer bu kadar iddialı konuşuyorsa, bir bildiği vardı kesin. Kendine bile itiraf etmeye utanıyordu, doğruya doğru: Zamanında eniştesiilk ona sevdalanmıştı. Açılmaya çalışmıştı da. Dinleyen kim. Onsekiz yaşında evleneceğim diye kudurup, ondokuzunda kocaya kaçmasaydı şimdiye belki o oturuyor olacaktı saray misali evde. Gençlik işte pek çekingendi eniştesi o zamanlar. Kızkardeşiyle nişanlı olduğu vakitlerde, evlerine geldiğinde konuşmaya korkar bir halde sessizce otururdu. Göz ucuyla süzdüğünü hissederdi kendisini. Bazen göz göze gelirler, bir iki saniye öylece geçer, sonra hiçbir şey yokmuş gibi devam ederlerdi muhabbete. Kızı okul önlüğünü giymiş hazırolda bekliyordu okula vaktini. Bu sene ikinci sınıfa gidiyordu. Öğlenciydi. Ay ne zorlanmışlardı geçen sene sabahçıyken. Küçücük çocuk; kalk dersin kalmak istemez, kahvaltı etmez, giyinmez. Öğleci olması çok iyi olmuştu. Hiç olmazsa elinin altında dolaşmıyordu bütün gün. İşlerini rahatça görebiliyordu. Akşama da babası dersleriyle ilgileniyordu. Yükü daha da hafiflemişti bu sene. Zil çaldı. Kızının arkadaşları gelmişti. Dört çocuk da aynı okula gidiyorlardı. Çocuklardan biri sekizinci, diğeri altıncı sınıftaydı. İki küçüğe ablalık yapıyorlardı. Kızını iki yanağından öptü, çantasını eline Verdi. Okulda dikkatli olmasını tembih ederek yolcu etti. Yemek masasında sabah kahvaltısından artakalanlar hala duruyordu. Masayı toplamaya yeltenmişti ki kapının zili çaldı. Elindekileri masaya bıraktı. Kapıyı açtı. Kızıydı gelen. Dergi paralarını getirmelerini istemişti öğretmen, bugün son gündü, onu almaya gelmişti. Kızına para verdi, öpüp koklayarak tekrar yolcu etti. Hergün başka birşey için para istiyorlardı okuldan. Eskiden olsa bu kadar sorun etmezdi de bu kriz üç kuruşu hesap edecek duruma düşürmüştü insanları. Yemek masası hala duruyordu. Komşulardan biri gelip evi öyle darma duman görse rezil olacaktı. Televizyonu açtı. Evvelsi akşam seyrettikleri kanalda yeni bir belgesel başlamak üzereydi. O pek hazetmese de kocası ve kızı bayılıyorlardı belgesellere. Tam kanalı değiştirecekti ki kızının beslenme çantasını koltuğun üstünde unuttuğunu gördü. “Birazdan aklı başına gelir” döner alır diye geçirdi içinden. 

Hala geceliklerle dolanıyordu evin içinde. Bir gelen olsa salım salım sallanan memelerini görecekti ilk. Yatak odasına gitti. İç çamaşırlarını koyduğu komidinden sütyenini çıkardı. Geceliğinin üstünü sıyırdı. Tam sütyenini ilikleyecekken gözü aynaya takıldı. Aynada yarı çıplak vücudunu seyretmeye başladı. Bir çocuk annesi demezdi gören. At gibi karıydı vallahi. Memelerine elledi. Taş gibilerdi. Bembeyazdı teni. Nivea’dan başka krem sürmemesine rağmen yüzünde bir çizgi yoktu. Allah vergisiydi güzelliği. Beyaz teni, kapkara gözleri, kaşları. Canı çekip de şöyle bir süzüm süzüm baktı mı adamın ciğerini sökerdi Alimallah! Türkan Şoray gibi kadın derlerdi onun için. Türkan Şoray’ın boduruydu biraz. O kadar yapılı değildi. Eeee bodur tavukların lezzetini erkekler daha iyi bilirdi. Salondan televizyonun sesi geliyordu. Afrika’daki bataklıklarda yaşayan hayvanlardan bahsediyordu spiker. Karnı dümdüz, memelerinin şekli şemali tıpkı kızlığındaki gibiydi. Eliyle apış arasını okşadı. İçi bir tuhaf oldu. Spiker sudan kaçan balıkları anlatıyordu. Ne alaka ayol dedi, hiç balık sudan kaçar mı? Merak etmiştinedenini. Yarı çıplak salona geçip televizyona bakmaya başladı. Bataklıklardaki suların çekileceğini anlayan balıkların akıllı olanları sudan kaçıyor, daha önce depoladıkları oksijen ile yaşamlarına karada devam edebiliyorlardı. Akılsız olanları, sular çekilince başlarına geleceği bilmeden mutlu mesut yaşamaya devam ediyorlardı bataklığın içinde. Yatak odasına döndü.  Bu kriz yuvalarındaki huzuru da kaçırmıştı. Aylardır elini sürmüyordu kocası. Eskiden, bir gece yapmazsa ertesi gece, işten gelir gelmez atıverirdi yatağa bir posta. Bir posta da akşam yemeğinden sonra yaparlardı. Son zamanlarda unutmuştu neredeyse kadınlığını. Bir iki defa denemişler, o dalyan gibi adamın şeyi uyanmamıştı. Ne numaralar yapmıştı, kendisi bile hatırlayınca sonradan utanıyordu. Olmamıştı. Tarladan söküleli üç hafta olmuş da alıcısı çıkmamış kabak tadında süklüm püklüm sarkıyordu önünden adamın ki! Onun boynu bükük, adamın boynu bükük uyumuşlar; daha doğrusu uyur gibi yapmışlar, o geceden sonra da bir daha birbirlerine dokunmamışlardı. Islak sıcacık birşeylerin aktığını hissetti içinde…

Kapı zili çalıyordu. Kızıydı muhakkak gelen: Beslenme çantası nihayet gelmişti küçük hanımın aklına. Sabahlığını geceliğinin üstüne alelacele geçirdi. Car car çalıyordu zil. Düğmelerini doğru dürüst ilikleyemeden aceleyle kapıyı açtı. Kapıda eniştesi duruyordu. Kıpkırmızı oldu. Memeleri neredeyse ortadaydı. Arkasını döndü, düğmeleri kapamaya çalıştı. Elleri titriyordu. Kapının kapandığını duydu. İki güçlü kolun arkadan kendisini sıkıca sardığını hissetti. Islak bir dil boynundaki saçları aralamaya çalışıyordu. Eniştesi, genç kadını hırsla kendine doğru çevirdi. Genç kadının gözleri yerdeydi. Adam eve ayakkabılarıyla girmişti. Halıları kirletecekti. Halılar leş gibi olacaktı eğer ayakkabılarını çıkarmazsa. Dizlerinin üzerine çöküp yere eğildi, adamın ayakkabılarının bağlarını çözmeye başladı.Yatak odasındaydı hala. Eniştesi gitmişti. Çırılçıplaktı. Esmer bir erkekle yatmıştı. Esmer bir erkekle yatmayı ne zamandır istiyordu. Esmer erkeği istiyordu ne zamandır. Esmer erkek de onu istemişti ne zamandır. Küçük bir kızken arkadaşlarıyla bezden bebekler yapar süslerlerdi. En güzel onun bebekleri olurdu. İpliklerden saç yapardı bebeklere. Bellerine kadar uzanan saman sarısı saçları olurdu hep bebeklerinin. Bir ara o da saçlarını sarıya boyatmıştı. Kocası sevememişti sarı saçlarını: “Pavyonlarda çalışan orospulara benziyorsun bu halinle” demişti. O da aradan bir ay geçmeden gidip saçlarını tekrar koyultmak istemiş, üst üste işlem gören saçları yanınca kısacık kestirmek zorunda kalmıştı: Beline kadar uzanan o güzelim saçlarını. Uzatasıya kadar akla karayı seçmişti. Upuzunlardı yine. Beline kadar. İçeriden televizyonun sesi duyuluyordu. Eniştesiyle, pek konuşamamışlardı. Daha doğrusu, sadece, “saçlarını sarıya boyatsana, çok yakışır sana” demişti adam giyinirken. Genç kadın sanki biraz önceki şey yaşanmamış gibi “Durumumuzu biliyorsun enişte, zor geçiniyoruz, kuaföre gidecek durumumuz mu var sanki” diye yanıtlamıştı adamı. Bunun üstüne “sen merak etme bundan sonrasını” deyip çebinden çıkardığı bir tomar parayı, hala açık duran iç çamaşırı çekmecesine bırakmıştı. “Kimse görmeden kaçayım ben” deyip gitmişti. Bir öpücüğü bile çok görmüştü kadına. Kocası, vücudunun her tarafını öperdi seviştikten sonra mutlaka. Spiker yengeçleri anlatmaya başlamıştı. Yengeçler her zamanki komik yürüyüşleriyle, hem yeni bir dünyaya doğru “var mı bana yan bakan” dercesine meydan okuyan bir tavırla yan yan yürüyerek, hem de bataklık kuşlarına leziz bir ziyafet olmaktan korunmaya çalışarak yan yan yürüyerek; ancak herşeye rağmen, ne olursa olsun yürümekten vazgeçmeyerek kendilerine sığınacak bir yer arıyorlardı. Kapı zili çalıyordu. Kızı olmalıydı. Alelacele toparlandı.

@guydonkers

About Vildan Çetin

instagram: _vildancetin_ beynelhayat velmemat... writer; published 2 books from sacred life trilogy: the origin, the voice. trtcocuk cartoon serial ciciki's script&jingle, tik&tak cartoon series, neşeliçocuklar youtube, advertiser, brand strategist, content developer, youtuber, documentary
Bu yazı taze diş macunu içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın