Keşke Yazmayı Eskisi Kadar Sevsem.!..

‘Tecelli’ başlıklı bu dizi, yeni evli bir kadının günlüklerinden oluşuyor. Aklına geldikçe yazdıkları size de ilginç gelebilir.

Aslına bakarsanız, Sevgililer Günü için paylaşacaktım bu günlüğümsüleri ancak bir anda aydım ki ‘Evlilik Sevgililer Gününe Asla Uymayan Bir Konu; Haydi itiraf ediyorum ‘mesele’ diyecektim, kıvırdım, ‘konu’ dedim. Yani ne alakası var evlilik müessesesinin sevgililikle!

TECELLİ

01.01.1000

Bir yere bağlı kalmaksızın yaşamak lazım hayatı: bir yere, bir insana ve daha çok da maddeye. Bunlara karşı vurdumduymazlık biraz olsun sağaltabilir, kıyıcı varoluş gereksizliklerini. Ah ne zor yaşamak. Ne katı acılarla dolu hayat. Teselli de yok aslında, güzel veya hoşmuş gibi görünen hiçbir şeyde. Ne ödüller, ne hediyeler, ne de sevilmeler ve sevmeler…Bana hiçbir şey teselli vermiyor artık. Donmak böyle bir şey olmalı; insanın kanının donması ya da Adalet hanımın bulduğu o şahane ve korkunç tamlamanın beynime zerk ettiği dermansız dert gibi; ruhum üşüyor. Neden yaşadığımı, bu hayatın neye hizmet ettiğini bimiyorum. Bilsem ne çıkar ki; aynı azap hükümranlığı sürdükçe bu alemde, bilsem ne olur? Uzun zaman önce bunun ayırdına varmıştım açık söylemek gerekirse. Uzun zaman önce, bitmişti aslında benim hayatım. Burada olmak, yaşadığım manasına mı gelir? Cisme aldananlar ve görmeyi bilmeyenler için; evet! Heyhat… Öyle yorgunum ki… Bu kadar yorgunluğa karşın bu uykusuzluk. Sabaha kadar gözler tavanda beklemek. Kıpırdamadan tavana bakmak. Güneşin ilk ışıklarıyla ölümcül güne başlamak. 

02.01.1000

Bu saçmalıkların üstümde yarattığı ağır baskıya dayanamıyorum. Ne yapmak istediğimi bilsem. Ağır ağır iç çeke çeke ağlamak istiyorum. Gazete, dergi, sosyal medya fışkırtmaları ve televizyonda, buldukları her gösterme kapı aralığında; kadınlar, adamlar, -çocuklar bile- herkes birbirine yalan söylüyor. Yalan şeyleri, bize uygun olmayan, bizi üzen-üzecek ve mutsuz edecek şeyleri hayatın doğal akışının bir parçası sanmamıza neden olan bir düzen var. Acı verici ama ben de bu düzenin bir parçasıyım.  Bu düzen, bizim mutsuzluğumuza neden olan bu düzeni yaratan bizleriz. Güzel yaşamak… Yapmak istediğim tek şey güzel yaşamak aslında. Güzel yaşamak benim gibi olanlar için imkansız olsa da… Güzel yaşama denemeleri, bunların hepsi benim için. Ortada dönüp duran dolaplar. Her konuda üstelik. Dolaplar, hesaplar, kitaplar… Bu kadar korkunç olmamalı gerçek, olamaz. Bunu kabul etmiyorum. Kabul etmediğim gerçeklerin geçer olduğu bu dünyada yaşamak. Azap çekmekten başka ne ki? Kıyamet var. Küçük ve büyük ayrımsız. Herkesin bir kıyameti var; ölmek. Sizden sonra oturduğunuz koltuk dışında boşluğunuzun hissedilmeyeceği, bir süre sonra o koltukta bıraktığınız boşluğun da şahane bir şekilde doldurulacağı, yokluğunuzun, kendini yalnız ve mutsuz hisseden bir yakınınız-tanıyanınız dışında ki onlar da bitecek- farkedilmeyeceği bu dünyadan gittiğiniz an, o nefesi ödünç verip geri alamadığınız an kıyamet gelecek. İşte dünya o an yıkılacak. Düşünüyorum ve gülüyorum. Kendime gülüyorum. Çocukluğumdan beri sürünüyor ve yuvarlanıyorum. Allah vergisi bodur ve kıvrımlı tavuk güzelliğimi, şımarıkça değil bu laf, gerçekçilik, kullanıp ota boka sarmadan yaşamak varken… mesela o dergilerde gördüğüm kendinden oldukça emin –düzenin baştacı, önde giden yaltakçısı, bizatihi düzeni yaratan, çaktırmadan öven ve sürmesini isteyen içi çürümüş ve aslında ezik- erkek-kadın yazarlar, yönetmenler, oyuncular gibi mesela ya da en temizinden sosyete gülü olmak (politikacı olma hali zincirin en zavallı halkası olduğundan –beni bile aşan bir zavallılık- burada mevzu bahis etmeyeceğim)… Hiç olmazsa vatan millet sakarya veya gördünüz mü nasıl da duyarlıyım ota, kuşa, böceğe diye kasım kasım kasılmadan… Rol yapmadan, mış gibi davranmadan, bir çantaya tav olmak… o çantanın peşinde cingar çıkartmak, aynı elbiseden bir tane daha kimseciklerde olmasın diye göt yırtmak… hadi diyelim ki herkesin o kadar parası yok, daha geniş bir kitleye bakalım. Kenar mahallede yaşamak, sosyete gülü olamadım ama hiç olmazsa Bulgaristan’dan kaçıp beş parasız geldikleri ülkede yeni bir yaşam kurmaya çalışan yekpare göçmen topluluğundan oluşmuş bir kenar mahallede, yaşadım ben. Sırf babam yerli diye öteki de oldum. Çocuklar oynamadı mesela. Babam, alkolik diye kapı aralıklarından seyrettiler bizi falan filan. Acılara girmeyelim Bu uzun hikaye… Neyse… Kenar mahalle diyorduk, işte orası da, oradaki meseleler de mesela, aynı samimiyettedir sosyete gülü olma hadisesiyle. Ha biri bilmem ne marka giymiş hava satmak için, öteki Kemeraltı’ndan almış cicisini. İşin doğası böyle. Aslında herkes bulunduğu alanda bir halt olmaya çalışıyor. Bunu kendime bağlayacağım. Ne zaman bir halt olmaya çalıssam, sürekli tökezliyorum. İçten içe yetersiz olduğumu bildiğimden ‘müstehak’ görüyorum kendime üstelik bu tökezlemeleri. Oh canıma deysin, hak ettin bu boku, diyorum. Evlenme ya da baba parası ile bir halt olmuş ahaliye dahil olamadığımdan, bi’tik değilim. Okul, dernek, sportif aktivite hususunda had safhada kabız olduğumdan da –toplu yapılan işlerden nefret ediyorum, o yüzden toplu seks bile iğrenç gelir bana; beni şakacı şey!- bi’izme bağlı değilim, demem o ki, arayanım soranım azdır. Üç beş arkadaşım dışında, annemi falan da konu dışı tutuyorum, arayanım soranım yoktur ohh ne güzel. Eski ortağım mesela; öyle çok ahbabı vardı ki… Düzenbazın, üçkağıtçının ve yalancının teki olmasına rağmen, sosyal bir ortama girdiğinde, gözlerimi yaşartırdı kurduğu iletişim şekilleriyle. Onun yanında kendimi, beceriksiz hissederdim. Gerçekleri konuşmanın sevimsizliğini çok öncelerde keşfettiğimden, susmayı tercih eder ya da susunca iyice suratsız ve itici görüneceğim korkusuyla esprilerini can kulağıyla dinler, maydanoz gibi araya girip, ne kadar zeki-cin-espritüel bir kız yarması ve zart zurtu olduğumu gösterecek -havalı olduğunu sandığım- çıkışlar yapar ve yine susardım. Sesimdeki sahtelik, sahtekar tını kulaklarımı tırmalar ve midemi bulandırırdı.   

Genellikle en mutlu göründüğüm zamanlarda bile aklımın bir köşesinde bu dünyaya ait olmadığım bilgisi bir kaya gibi oturduğundan, bu duygudan yazmakla kurtulabilirim ihtimali ile yazıyorum. Bu vesile ile yazdığım manyakça, boktan ve sapık tekerlemeleri okuyan ve bir halt sanıp okuyacak herkesten özür dilerim. 

Keşke, o çantanın peşinde hayatın anlamıymışçasına samimi bir şekilde koşacak gücü, cesareti bulabilsem kendimde. Belki o zaman kendimi de sen okuyan kişi seni de… Mesela bu da bir büyüklenme şekli bence. Neden okusunlar kızım senin saçmalıklarını, neden? Neden biri okur diye sansürlüyorsun bilinç altını, gerizekalı, kendini beğenmiş, ikiyüzlü sürtük? Okumayacak kimse bunları ve ne harikulade deli, manyak, uçuk vesaire bir göt olduğunu bilmeyecek kimse. A, üzüldün mü? Egon mu sarsıldı? Bir sürü kişisel gelişim hödüsü var, al eline ilk geleni en geniş deliğinden tık bir yerlerine. Kes şu beynindeki sesi. Ses… Gözlerimdeki dudaklar. Dudaklarımda gözler. Kesin artık şu yaygarayı. 

03.01.1000

bir tahta parçası gibi… kessem kendimi!

11.01.10

Çok sıkkın, mutsuz ve yalnızım…

Önemli bir mesele; evlilik. Yılbaşından beri eşimle ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Sanırım uzun vadede bu problemler ilişkimizi çıkmaza sokacak ve mecburen sonlandırmak zorunda kalacağım. Gittikçe beni daha az sevdiğini düşünmeye başladım, çünkü. Neden bilmiyorum ama, ne konuda kendini eksik buluyor ya da ne konuda tamamlanmaya ihtiyacı var, mesela en basitinden gizli gizli işyerindeki verişken ve dengesiz bir kızla flört ediyor. Evde oldukça nobran ve hodbin. Hatta pervasız. Bana bu gece amcık, dedi tartışırken. Şok geçirdim. Hayatımda ilk kez bir erkek bana karşı bu şekilde terbiyesiz, pervasız ve haddini bilmez bir şekilde davranabiliyor. Sanıyorum buna ben izin veriyorum. Bu izin verme konusunu bir süre daha düşüneceğim. Dengemi bozuyor bu tip ilişkiler. Birisi bana anlatırken dahi dengem bozuluyorken…. Direkt olayı yaşayan olmak, içimde bir şeyler büyüme başladı. Bir hüzün yumağı. Klişe ama böyle işte. Garip bir yumak… Karman çorman. Kaçıp kurtulmak isteyen; her şeyi arkada bırakıp kaçıp kurtulmak isteyen… Şimdi mesela ayağımda ev terlikleri dışarı çıksam ve bir daha geri dönmesem. Hiç uğraşmasam, sanki uğraşsam da aynı noktaya varacakmışız gibi. Şu anda erken bırakıp gitmek için biliyorum. Çabalamam lazım, biliyorum ama bu duyguya engel olamıyorum. Küçük bir çanta yapsam. İki ayakkabı, bir iki kot, tişört, kazak, don, çorap, sütyen falan… Kapıyı usulca açsam ve gitsem. Uzun bir süre kimse haber alamasa benden. Merak etmesinler diye, not da yazarım mesela. Merak etmeyin. Gidiyorum. Kafam çok karışık toparlanınca döneceğim yazsam. İçimdeki bu boğucu his. Boğuluyorum sanki şu an. Nefes alamıyorum. Eskiden, çok eskiden hissettiğim hava bitmiş hissi… O yine başladı. Yeni bir şeyle daha tanıştım. Anksiyete. Sanırım doğru yazdım. Öyle bir şey işte. Kalbim daha önce hiç o kadar hızlı atmamıştı. Güvendiğin dağ ve kar meselesi sanırım beni bu denli sarsan. Hiç beklemediğine, alenen şahit olmak. 

Alenen, görmek ilişkinin aslında nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu. Aymak!

Bir şey daha var aslında bu mesele de önemli olan ve trajikomik… 

Işığımla parlayan erkekler konusu daha evvel bayağı gülünç şeyler yaşamama neden olmuştu. Ancak ilk defa evlendim ve ilk defa bir eşim oldu. Bu kez bu sorunu eşim dediğim adamla yaşıyorum. Bir diğer problem deeleştiri konusunda. Asla eleştirilmeye gelmiyor ve söz dinlemiyor. Kendimi gittikçe daha fazla ilişkimizin dışında hissetmeye başladım. Alkol probleminden tutun da her şey benim suçum, benim yaptıklarım, yaşattıklarımdan dolayı oluyor. Sigara, alkol, aşırı asabiyet… Sinirlendiğinde saldırganlaşma falan filan. Genellikle ilişki kurma konusunda mesafeli durmayı tercih ederdim eskiden. Tabii bu normal bir davranış değildi, biliyordum. Ancak, ideallerim her şeyin önündeydi. Çocuk yapmayacaksam  veya bana müspet bir katkısı olmayacaksa neden bir ilişki kurup kendimi strese sokayım diye düşünmüşümdür her zaman. Evliliğimde ise durum bambaşkaydı. Eşim, sevgi dolu gelmişti bana. Ve başlangıçta sanki ikimizin de zevkleri aynı gibi davranmıştı. Daha doğrusu şöyle hissettirdi, ‘benim için farketmez ne yaptığımız ya da nerde olduğumuz, seni seviyorum ve bu bana yeter’ diyordu her lafıyla ve buna paralel olarak her hareketiyle. Ancak şimdi bunun ona yetmediğini görüyorum. Aramızda başlayan güç savaşı, sanki beni tamamen ezdikten sonra her şey yoluna girecekmiş kisvesi altında devam ediyor. Güya eşitlik isteği altında ki eşitsizlik bana karşı yapılıyor bence. Güçlü olmak işe yaramayacak gibi görünüyor. Güçlü olmak istemiyorum çünkü artık. Beni güçlü olmak zorunda hissettiren biriyle de olmak istemiyorum açıkçası…

Öyle bir hale geldik ki bir senede, haklı olduğum bir meseleyi dahi uzatma lüksüm yok. Ilişki güç savaşına döndüğü zaman sevgi ortadan kalkıyor. Benim sevgi ihtiyacımı, yalnızlık hissimi gidersin; hayatı iyi kötü birlikte daha iyi bir yere götürsün, eksik gedik ne varsa paylaşıp çoğaltalım diye girdiğim bu ilişki yavaş yavaş kendimi daha yalnız ve sevgisiz hissetirmeme neden olmaya başladı. Tek dayanamayacağım şey de bu galiba: Sevgisizlik. Bu derdimi ifade ettiğimde ciddiye alınmadığım görüyorum maalesef. Bu ilişkide sevildikçe daha çok seveceğimi ve vereceğimi bilmiyorsa ya da anlamamışsa diye bugün yine tekrarladım. Ama inanmadı bana. Hislerimi anlatamayınca ya da anlatıp istediğim tepkileri alamyınca da, sessiz sedasız buradan çıkıp gitmek istiyorum. İçimde yalnızlığını özleyen küçük ve başına buyruk kız çok mutsuz. Sevildiğini ve daha çok sevileceğini inandığı için girdiği bu ilişkide yanlış giden şeyleri görüyor ve maalesef yokuş aşağı gitmesine engel olamıyorum. Daha stabil ve güven üstüne kurulu olmalı ilişkimiz. Şu anda bizim aramızda bir ayrık var. Aynı evi sırtlamış iki sutün gibi değiliz. Aramızdaki ayrık yavaş yavaş uçuruma dönüşecek diye korkuyorum. İçki içme çok içtin dediğimde, bunun suçlusu ben oluyorum. Yani benim yüzümden içki içiliyor, benim yüzümden sigaraya ve prozaclara başlanıldı falan filan. Demek ki ben de farkında olmadan yani mutlu etmeye çalışırken eşimi, bunalıma itiyorum. Bir ilişki bu şekilde iki tarafı da mutsuz etmeye başladı mı ve bir de araya başkaları girdi mi, o ilişki gerçekten yokuş aşağı gider. Kimse tutamaz ve ben de tutamıyorum. Umarım erkenden bu gidişata dur deriz. Yoksa, bunu toparlamak bir süre sonra imkansız hale gelecek…

Sonuçta şunu söyleyebilirim: Bu iş böyle giderse zaten bizden karı-koca olmaz efendi gibi. Bir yastıkta kocama hikayesi de başka bahara kalır. Yine de tecrübe tecrübedir vesselam… Ve büyük konuşmamak lazım ama bir kere boşanırsam bir daha evlilik mevlilik istemem. İnsan yaşlanıyor… Takati kalmıyor hayata. Oysa hayat sizin takatiniz var mı yok mu ilgilenmez ki! İllaki dik duracaksınız. Bunu küçüklüğümden beri kafama altın harflerle yazmıştım ve daima bu şekilde hareket etmiştim ta ki evlenene dek. İlk defa hayatımı birinin eline verdim. Her şeyimle. Madden manen ona ait olmak istedim. Demek ki bu yanlışmış. Güçlü olmak lazımmış he zaman her dakika… Bunu hatırladığım iyi oldu bu gece, bu vesile ile. 

Vesile ne? Öyle uzundu ki bugün. Yahya Kemal’in ‘bitmeyen binyıl’ dediği cinsten. Anlatamayacağım kadar uzun… Uzun ve sarsıcı. Uzun ve kırıcı. Uzun ve uzak…Uzaklarda bir gölge. Kendimden uzağa düşüyor gibiyim. Olduğum şeyden uzağa… Olmak istediğimden uzağa… Buna izin veremem.

11.01.1000

Hıncımı alamamıştım kaç gündür, nihayet bugün yine saldırdım. Sorarken, yaratıcılığım karşısında kendimi bile şaşırtan, sorular yumurtladım. Garip bir mesele ikinci kadın meselesi. Halbuki burada cinsel eylem yok ama yine de karşıdaki kadın ikinci kadın oluyor gözümde bir anda. Fakat ikinci kadın olmanın cinsi münasebet kurmakla bir alakası var mı gerçekten? Mesela kocanızın ya da karınızın iş yerindeki kankisi ya da en yakın arkadaşı zaten ikinci kişi olmuyor mu: Hayatımdaki ikinci önemli kişiler silsilesini saysam… Sayıyorum: Nuray, Gülnaz. Haksızlık ettiğim kimse yok. Bu çemberin ilk halkası çünkü. Merkezde ben varım. Bana yapışık Hasan ve ailem; yani annem, Renç ve Sergen’in ailesi. Ancak onlarla ilişkim farklı bir boyutta ilerliyor. Onlar asla ikinci kadın-adam olamazlar. Kimileri için durum farklı olabilir pek ala ancak bende bu böyle. İkinci kadın mevzuunu dağıtmayalım. İkinci kadınlara  ve erkeklere tahammülüm var aslında. Bu tahammülün sınırları beğeni ile çevrili. Beğenmediğiniz biri hayatınızın, hayatınızdaki en önemli insanların ikinci en önemliliğini ele geçirmişse, bu kendinizde beğenmediğiniz ve için için nefret ettiğiniz zayıflıklarınız falan filanla alakalı olmalı, diye düşünüyorum. Benim kocam kendini fazlasıyla beğeniyor ve flörtçü. Beğenmediği kadınlarla flört etmesinde ve kendini ne çok beğendiklerini seyretmesinde ve dolayısı ile bu şekilde tatmin olmasında sorun yok. Ancak beğendiği bir kadın varsa ve üstelik bu kadın tehlikeli bir biçimde oynaşa müsaitse o noktada müdahale etmek gerekiyor.

Gelelim bu konunun annemle ilgisine. Yılbaşından beri yaşadığım sarsıntı her ne kadar çaktırmamaya çalışsam da cingöz annem tarafından anında teşhis edilmişti. Bugün fazlasıyla sıkıştırınca ve ben de artık içimdeki canlı bombayı patlatmak üzere olduğumdan, ağzımdan baklayı çıkardım ve evet tartışıyoruz bazen bu da canımı sıkıyor, dedim. Annem ne dese beğenirsiniz, senden değerli hiç kimse hiçbir şey yok, sakın canını sıkma, baktın iyice kötüleşiyor durum bırak gitsin, herkes nasıl mutluysa öyle yapsın ve devam etti; sen benim altın yumurtlayan tavuğumsun, kimsenin zarar vermesine izin vermem. Bir keresinde de, bir gözümsün; gözümü çıkarmak isteyene karşı herhalde elim armut toplamayacak, demişti. Yuh, dedim içimden. Kendimi hiç böyle görmemiştim. Hatta bu göz misalini, geçenlerde Renç aradığında, kendini kötü hisediyor işini kaybettiği ve bizden yardım aldığı için kart ödemeleri konusunda, ona sattım. Sen benim bir gözümsün, Sergen diğeri, dedim. İkinize zarar gelsin asla istemem ve elimden gelen desteği de veririm. Feci hoşuna gitti cevabım. Normalde bu iltifat ve laf ebeliği konularında hödük olduğumdan, konuşmamın kardeşimin üstünde yarattığı etkiden gurur duydum. Demek ki dedim, ben nasıl yazma konusunda iyiysem annem de konuşma hususunda bir cevher. Peki o zaman babam neden erken öldü? Bu da başka bir güne. Şu anda, ilk kitabm üstünde çalışmaya devam etmeliyim. İkincilik konusuna da ilerleyen zamanlarda döneceğim.

Kazanılmış bir hak yok ortada. Evlilik tamamen kaybedilmiş hakların toplamından oluşuyor. En çok da naz niyaz hakkı elden alınıyor. Sürekli talep edilen, gönlü hoş tutmak… Bu kadar çökmüşken nasıl olacak bu iş?

14.09.1000

Bu son paragrafı yazalı aylar geçmiş. Ikinci kadın meselesi içimde volkanik bir yanardağ, mesela Etna, Vezüv gibi uyuyor. Arada iç çekiyor, hıçkırıyor, sümkürüyor… ama uyuyor, sinsi bir düşman belki.  En zayıf anı kollayan.

Ayağım sargıda. Koltuk değneği verdi doktor. Dağ başında itfaye aracının altına giriyorduk. İyi yırttık. Hayatımda ilk defa yırttık kelimesini kullandım sanırım biraz önce. Yırttık. Evdeki sorun yumağından yırtamıyorsam da, Azrail efendiden kısa bir süre daha satın aldık gibi. Bizi ne korudu, dualar mı, iyilikler mi, çekecek çilemiz varmışlar mı? Altına girmedik ama evdeki canavarla birbirimize girdik. Bir erkeğin çalışmaması kadar ilişkiyi darma duman eden bir şey yok sanırım.

Karşımda duran adamın dilindeki salyalar tsunami gibi kükrüyor. Öne atıldığı anda silip süpüremeyeceği bir şey yok, ben dahil. Dün geceki atakta sevgimi süpürmeye devam etti. Kenarda köşede çekmecede sakladıklarım olmasa… Ben böyle hissediyorum peki ya o? Güya beni çok seviyor, son bir aydır edindiğim yemeklerde başparmağı yalama adetinden tiksiniyormuş. Ben parmağımı yalayınca midesi bulunuyormuş. Bu kadar basit demek çok sevdiğiniz birinde tiksinmeniz, parmak yalamak kadar basit. Farkında değilim, dedim. Gerçekten de değilim. Sevmem öyle görüntüler oluşturmayı. Yıllar önce bir arkadaşım yemekte bıçakta kalanları yalıyorsun demişti de ödüm bokuma karışmıştı bir daha yaparım diye. Sürekli uyanık, dikkatli ve ayakta olmalı insan. Yoksa birilerinin iğrenmesine neden olabilir her an. Kocası olsa bile iğrenç olabilir. 

Şimdi sağ elimin baş parmağına baktım. Son bir aydır manikürsüz. Harika görünmüyor. Tamam harika görünmüyor, yani elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış bir kadının parmağı gibi değil, ama iğrenç de değil. Aynada elimi ağzıma sokup çevirdim. Bana sevimli geldi. Bir şeyden, yediği bir şeyden zevk alan insan havası veriyor yüzüme. Halası öyle yaparmış efendim, o yüzden iğreniyormuş. Beni ona benzetiyormuş. O hareketimle halasına benziyormuşum. Halasını görsem ne demek istediğini anlarım belki. Mesele şu ki, hiç görmedim. Halası, erkek düşkünü ve galiba deli olan babaannesini öldürmüş; bilerek ya da bilmeyerek. Babası da olayı üstlenmiş. Çünkü halanın kocası yokmuş ve iki de kızı varmış. Kızlar şimdi öğretmen. Babası şöyle düşünmüş: Benim karım zaten cabbar, çocukları idare eder ama kardeşim hapse girerse kızlar heba olur. Zaten bir sene yatıp çıkmış. İşte hala o hala! Ben de parmağımı yalayarak halaya benzeyen iğrenç kişi.

Gelelim ikinci bombaya. Motor onun üstüne düşmüş ama ben onunla hiç ilgilenmemişim. Hatta, sen yüzünden düştük demişim. Demişimdir, hatırlamıyorum. Sanırım titriyordum, ayaklarımın bağı çözülmüştü. Cıscıbıldak motora bindiğimizden sağ ayağım ve bacağım  bir güzel soyulmuştu. Meğersem ayağımın üstündeki bağlar da zedelenmiş, kopmuş da olabilirmiş. Neyse acılar dayanılmaz olunca hastaneye gittik. Bu arada, olay cumartesi oldu. Kos’tan kuzenimin yazlığına gittik o halde. O halde, o halde, o halde…. Milyonlarca kez o halde hayal edin ve evet o halde mecburen mutfağı topladım. O halde, İstanbul’a acilen geri dönmek zorunda kalınca, araba da ağzına kadar dolu olduğundan ayağımı koruyamadım. Ancak gece yarısı temizleyip ilaç sürebildik. Sonra  zaten referandum için koştura koştura geldik. Yani hızlandırılmış yaşadık o iki günü, derken pazar gecesi cosladım! Pazartesi mecburen doktora gittik. Ondan önce kaç kez sordum iyi misin sen, diye. Hep iyiyim, dedi. Doktorda, sana da baksınlar, dedim. Yarım ağız demişim. Neyse, iğrenç bir insan olduğum için şimdi onunla yemek yemiyorum. Olur a parmağımı yalarım, beyfendimizin midesi bulanır… 

Böyle işte. Böyle…

Keşke yazmayı eskisi kadar sevsem… Size sonumuzu da anlatırdım. Değmez zamanınızı almaya tabi de boş beleş bir insan olduğumdan yazmamda sıkıntı yok yani o boklukları. Hoşlukları.

Gülmüyorum. Hayır. Sinir bu! Tecellinin içindeki eceli görmenin rahatlatan kahkahaları…

@stunpun
@graphitheiste

About Vildan Çetin

instagram: _vildancetin_ beynelhayat velmemat... writer; published 2 books from sacred life trilogy: the origin, the voice. trtcocuk cartoon serial ciciki's script&jingle, tik&tak cartoon series, neşeliçocuklar youtube, advertiser, brand strategist, content developer, youtuber, documentary
Bu yazı taze diş macunu içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın